Mukaddime
Hamd ü senâ Cenâb-ı Hakk’a mahsûs, salât ve selâm, kendisinden sonra peygamber olmayan Peygamber’e yöneliktir. Bu kitâbın yazılmasından hedeflenen maksad, Cenâb-ı Hak Teâlâ olduğu için, sırf Cenâb-ı Hak hakkında söz söyleyeceğimiz zarûrîdir.
Evvelâ Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden bahsedeceğiz. Çünkü Cenâb-ı Hakk’a delîl olan, isimlerdir. İlâhî isimlerden sonra, ilâhî sıfatlardan bahsedeceğiz. İlâhî sıfatlarda Zât’ın kemâli çeşitlenmiştir ve Hakk’ın aynalarından ilk zâhir olan ilâhî sıfatlardır. Sıfatlardan sonra zuhûrdâ ancak Zât vardır. Şu îzâha göre sıfât mertebesi, ilâhî isimler mertebesinden a’lâdır.
İlâhî sıfatlardan sonra, ilâhî Zât’tan bahsedeceğiz. Ancak îzâhlarımız ibârelerin imkân verebildiği ölçüde olacağı gibi, îzâhlarda, sûfiyye indinde kullanılmakta olan îzâh şekline inmek zarûrî görülmüştür.
Şu kadar var ki, kitâbı okuyanların, maksadı kolay anlamaları için sözdeki önemli noktayı, söz arasında süslenmiş bir şekilde söyleyeceğiz.
Bu kitâpta öyle sırlara dikkât çekeceğim ki, hakîkat ilmini koyan o sırları hiç bir kitâba koymamıştır. Tabiî bu sırlar, Hakk’a ârif olmaya ve mülk ve melekût âlemine ârif olmaya bağlıdır. Mevcûd olan üstü kapalı ifâdeleri îzâh etmek, kastedilen remizleri keşfetmek mesleğimiz ise de, gerek düz yazılarımızda, gerek şiirde saklamak ile açmak arası bir beyân yolunu tutacağız.
Bundan dolayı kitâbımızı okuyanların son derecede önem vererek derin düşünmeleri ve tefekkür etmeleri şarttır. Çünkü ba’zen öyle ma’nâlar vardır ki, işâret ile veyâ üstü kapalı bir şekilde söylenmedikçe anlaşılmaz. Bu gibi ma’nâlarda açık olarak maksad beyân edilse, insânî anlayış maksâdın tersine doğru kayacağından, istenenin gerçekleşmesi imkânsız olur. Bu tür beyân yolu, çok sık yapılan ince bir iştir. Meselâ “Onu gemiye yüklettik” ma’nâsına olan “Ve hamelnâhu alâ zâti elvâhın ve dusur” ya’nî “Ve onu levhâlar ve çiviler ile yapılmışa yükledik”(Kamer, 54/13) âyetinde bu incelik vardır. Ve “Onu bir gemiye yükledik” demeyip de “zâti elvâhın ve dusur” ya’nî “levhâlar ve çiviler ile yapılmışa” denilmiştir. Bu âyette “Ve onu levhâlar ve çiviler ile yapılmış gemiye yükledik”denilmiş olsa, levhâlardan yapılmayan başka gemi varmış gibi bir düşünce meydana gelir.
Ben, bu kitâbımı okuyanlardan şunu istirhâm ve ricâ ederim ki, benim bu kitâbımda belirttiğim ne kadar bahisler var ise, o bahisler Kur’ân-ı Kerîm ve hâdîs-i şerîfler ile te’yid edilmiştir. Şâyet kitâbımı okuyanın anlayışına göre Kur’ân’a veyâhud hâdîslere aykırı bir şey ortaya çıkarsa, okuyan bilsin ki, anladığı ma’nâ, kendi anlaması yönündendir; yoksa benim îzâh için kastettiğim murâdım yönünden değildir. Bu gibi husûslarda, okuyan zâtın hakikatin anlaşılmasına kendisi için açılım hâsıl oluncaya kadar, yâhud Allâh’ın kitabından veyâ te’yid edilmiş hadîslerden delîlini buluncaya kadar, o ma’nâ ile amel etmeyerek, teslîmiyeti de elden bırakmamalıdır.
Bu gibi husûslarda inkârı terk edip teslîm olmanın faydası, hakîkati bilmeye ulaşmaktan mahrûm olmamak içindir. Bu bir kesin husûstur ki, bizim ilmimizden bir şey inkâr eden kimse, inkârı devâm ettikçe, ilmimize ulaşmaktan mahrûmdur. Ve bu konuda idrâk için başka bir yol yoktur. Hattâ, ilk anda inkâra sapmakta mutlak mahrûmluğa uğramasından bile korkulur. Onun için îmân ve teslîmden başka ma’rifet yolu yoktur.
Ve kitâbımızı okumaya rağbet eden kimse bilmelidir ki, Kur’ân ile, hâdîsler ile te’yîd edilmeyen her ilim dalâlettir; fakat onun te’yîdini ve delîlini okuyanın bulamaması noktasından değil. Bu ilimde öyle mühim bahis vardır ki, Allah’ın kitâbı ile hâdîsler ile te’yîdlidir; fakat senin isti’dâd kudretin onu anlamaktan, seni engellemiştir. Onu kendi himmetinle idrâk etmeye gücün yetmez. Bu nedenle, Allâh’ın kitâbı ile yâhud hadîs ile o bahis te’yîd edilmemiştir zannedersin. Bunun için yukarıda belirttiğimiz şekilde selâmet yolu, teslîmiyet ve inkâr yoluna sapmamaktır. İlâhî lütuf sana yardımcı oluncaya kadar sabredersin.
Şurası da sâbit bir hakîkattir ki, senin kalbine gelen ilim, üç yönden dışarı değildir.
İlk yön: İlâhî söyleşmedendir. Rabbânî hâtıra, yâhud melekî hâtırdan kalbine gelen, o söyleşme türündendir. Bu söyleşme o şekilde olur ki, ne reddine, ne de inkârına imkân olamaz. Çünkü, Hak Teâlâ hazretlerinin kullarına söyleşmeleri ve ihbârları bilhassa makbûl olup, mahlûk için onu def’ etmeye imkân yoktur. Hak Teâlânın kullarına söyleşmesinin alâmeti, işitenin kalbî söyleşmesinin zarûrî olarak Allâh’ın kelâmı olduğunu bilmesi ve onu işitmesinin, bütün vücûduyla olması ve bir yönle kayıtlanamamasıdır. Hattâ bir yönden işitse, dîğer yönlerden alâkayı kesmekle onu bir yöne tahsîsine de imkân olmaz. Görmezmisin ki, Mûsâ (a.s.), ilâhî hitâbı ağaçtan işitti, fakat bu işitmesini, yönle kayıtlamadı; oysa ağaç yöndür. Melekî hâtır zarûrî kabûlde, rabbânî hâtıra yakındır; fakat o kuvvette değildir. Şu kadar var ki, zarûretle kabûlde rabbânî hâtır gibi mu’teberdir.
Söyleşme yoluyla Cenâb-ı Hak’dan gelen sırların önemi yalnız söyleşmeye mahsûs olmayıp, tecellîleri de böyledir. Ne zaman kuluna Hakk’ın nurlarından bir şey tecellî ederse, kulu ilk anda onun Hakk’ın nûru olduğunu zarûrî bir şekilde bilir. Bu tecellînin sıfâtî, yâhud zâtî, yâhud ilmî, yâhud aynî olmasında fark yoktur. Ne vakit senin üzerine böyle bir tecellî olur da, ilk anda onun Hakk’ın nûru, yâhud Hakk’ın sıfâtı, yâhud Hakk’ın zâtı olduğunu bilirsen, tecellî olduğunda şüphe etme. Bu mes’eleyi anlamak için iyi düşün! Bu bir denizdir ki, sâhili yoktur.
İlâhî ilhâma gelince: Sâlik, hakîkat yolunun başında ise, ilhâm ile amel etmesi için o ilhâmı Allâh’ın kitâbına yâhud nebevî hâdîslere arz etmesi lâzımdır. Eğer bu ikisinden şâhidini bulursa, şüphesiz ilhâmdır; şâhidini bulamazsa inkâr etmeden o ilhâm ile amelden durması lâzımdır. Bu durmanın sebebi, yukarıda geçmiştir. Durmanın faydası, ba’zen şeytan, yolun başında olan sâlike ilhâm şeklinde göstererek ba’zı şeyler nakleder. Yolun başında olan sâlikin ilhâmının bu türden olması muhtemel olduğu için, durması ve Hz. Allah’a teveccüh ve usûle sarılması lâzımdır. O hâtırın ma’nâsına, o ilhâmın hakikatine dâir ilâhî açılım oluncaya kadar sabır lâzımdır.
İkinci yön: İnsana gelen ilim, Ehl-i sünnet ve’l-cemâat’e nispet olunan bir zâtın dilinden kalbine ulaşır. Bu şekilde o ilmin şâhidini veyâ geçerli dayanağını bulursan, o ilim makbûl ve mu’teberdir, onunla amel edersin. Bulamazsan, akıl nûrunun, îmân nûruna üstün gelmesiyle zayıf îmâna düşenlerden olmayarak, o ilme tâbi’ olmazsın. Bu tür ilimde doğru yol, duraksama ve teslîm arasında hareketi gerektiren ilhâm mes’elesinde olduğu gibidir.
Üçüncü Yön: Kalbine ulaşan ilim, Hak mezhebinden ayrılarak, sonradan bir takım âdetler çıkaranlara katılan bir şahsın dilinden gelirse, bu tür ilim reddedilmiştir. Bununla birlikte, akıllı kişi bu tür ilmi de mutlaka inkâr etmeyip, her yönle Allâh’ın kitâbına ve hâdîslere uygun olanı kabûl eder ve Allâh’ın kitâbının ve hâdîslerin reddettiğini reddeder. Bu böyle olmakla berâber kıble ehli mes’elelerinde bu tür ilim pek nâdir gerçekleşmiştir. Bu türden olan ilmi, Allâh’ın kitâbı ve hadîs-i şerîfler hangi yönden kabûl ve hangi yönden reddetmiş ise, akıllı kimse o şekilde hareket eder.
Burada îzâhı gerektiren bir mesele daha olup, o da Allâh’ın kitâbında ve hâdîs-i şerîflerde ulaşan birbirine karşı gibi görünen mes’elelerdir. Örnekleri:
“Sen sevdiğini hidâyet edemezsin; fakat Cenâb-ı Hak istediğini hidâyet eder” ma’nâsına olan “İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâ’” (Kasas, 28/56) âyeti ile; “Sen, elbette sırât-ı müstakime hidâyet edersin” ma’nâsında olan “ve inneke le tehdî ilâ sırâtın mustekîm” (Şûrâ, 42/52) âyeti.
Aynı şekilde “Allah’ın ilk olarak hálk ettiği akıldır; Allah’ın ilk olarak hálk ettiği kalemdir; Allah’ın ilk olarak hálk ettiği, yâ Câbir Peygamber’inin nûrudur” hadîsleri gibi.
Bunlar, birdiğerlerine karşı gibi gelmiştir. Bu gibi birbirine karşı gibi gözüken mes’elelerde en güzel yön, en mükemmel yön ne ise, oraya yüklemekle te’vîl ederiz.
“Peygamberimiz için olmayıp da, Allah için olan hidâyet, Allâh’ın zâtına hidâyettir. Peygamberimiz için olan hidâyet, Hakk’a ulaştıcı olan yola hidâyettir” deriz.
Geçen üç hadîste de deriz ki: Bunlardan murâd, bir şeydir; aradaki çoğalma, nispet i’tibârındandır. Baksana “Esved, Burak, Lâmi’, Refref” çeşitli kelimeler olduğu halde, hepsi “binek”ten ibârettir. Nispetin ihtilâfı, kullanılan kelimelerde ihtilâfı îcâb etmiştir.
Mukaddime burada son bulmuştur.
Bu önbilgide maksadım:
Ey kitabımı okuyan zât! Seni bir yöne bakışını dikerek diğer yönlerden perdelenenlerin düştüğü çukurdan çıkarmak ve bu kitapta benim lisânım üzerine, Cenâb-ı Hakk’ın icrâ ettiği sözleri, güzel bir şekilde idrâk ederek doğru yolu bulup, olgun bir hâle erişmekliğini kolaylaştırmak içindir.
Ve minellahi’t-tevfîk.